Vicdan, her insanı güzel olan tavra ve düşünceye
yönelten, insanın sağlıklı muhakemede bulunmasını, doğruyu ve yanlışı
birbirinden ayırt edebilmesini sağlayan manevi bir özelliktir.
Vicdanın önemli bir özelliği tüm insanlarda ortak olmasıdır. Yani bir insanın vicdanına göre doğru olan, aynı koşullar söz konusu olduğu sürece diğer insanların vicdanları için de doğrudur. Vicdanlar hiçbir zaman çatışmaz. Bunun nedeni ise vicdanın kaynağıdır; vicdan Allah’ın ilhamıdır. Allah, her insana vicdanı aracılığı ile Kendisinin hoşnut olacağı en doğru ve en güzel tavırları bildirmektedir. Vicdanın Allah’ın ilhamı olduğu Kuran’da Şems Suresi’nde şöyle bildirilmektedir:
Vicdanın önemli bir özelliği tüm insanlarda ortak olmasıdır. Yani bir insanın vicdanına göre doğru olan, aynı koşullar söz konusu olduğu sürece diğer insanların vicdanları için de doğrudur. Vicdanlar hiçbir zaman çatışmaz. Bunun nedeni ise vicdanın kaynağıdır; vicdan Allah’ın ilhamıdır. Allah, her insana vicdanı aracılığı ile Kendisinin hoşnut olacağı en doğru ve en güzel tavırları bildirmektedir. Vicdanın Allah’ın ilhamı olduğu Kuran’da Şems Suresi’nde şöyle bildirilmektedir:
“Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’. Sonra ona
fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham
edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve
onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma
uğramıştır.” (Şems Suresi, 7-10)
Yukarıdaki ayetlerde Allah nefse fücuru (günaha ve isyana girişmek,
fasık olmak, yalan söylemek, baş kaldırmak, haktan yüz çevirmek, nizamı
bozmak ve ahlaki çöküntü gibi takvanın zıddı hareketler) ve aynı zamanda
ondan sakınmayı ilham ettiğini bildirmektedir. İşte insanı
kötülüklerden sakındıran ve doğruyu bulduran, vicdanıdır.
Herşeyden önce şunu unutmamak gerekir: Her insan şuur sahibi olduğu
andan itibaren Allah’ın kendisine ilham ettiği vicdanının
söylediklerinden sorumludur. Etrafındaki olayları idrak etmeye başlayan,
muhakeme yeteneği kazanan her insan artık vicdanını duyacak, nefsi ile
vicdanı arasındaki farkı ayırt edebilecek yeteneğe ve vicdanına
uyabilecek iradeye sahip olmuş demektir. Artık bundan sonra karşılaştığı
olaylar esnasında seçtiği yoldan hesap günü sorgulanacaktır; vicdanına
uyuyorsa ayetlerde haber verildiği üzere, Allah’ın sonsuz cennetine
layık görülecek, nefsine uyuyorsa “kapıları kilitlenmiş” sonsuz bir
ateşle karşılaşacaktır.
ALLAH’IN VARLIĞININ DELİLLERİ VİCDANLA GÖRÜLEBİLİR
Vicdanına uyan bir insanın ilk olarak yapacağı şey, çevresinde gördüklerini sorgulamak ve araştırmak olacaktır. Ve idrak yeteneği gelişmiş insan görecektir ki kusursuz bir evrende, herşeyiyle eksiksiz olarak yaratılmış bir dünyada yaşamaktadır.
Vicdanına uyan bir insanın ilk olarak yapacağı şey, çevresinde gördüklerini sorgulamak ve araştırmak olacaktır. Ve idrak yeteneği gelişmiş insan görecektir ki kusursuz bir evrende, herşeyiyle eksiksiz olarak yaratılmış bir dünyada yaşamaktadır.
Herkes, doğduğu andan itibaren içinde bulunduğu ortamı ve koşulları bir
düşünsün. Tüm detaylarıyla ince ince düşünülüp tasarlanmış bir dünyada
yaşıyoruz. Sadece kendi bedenimizdeki sistemler bile insanı şaşkınlığa
düşürecek kadar kusursuz. Şu anda bu yazıyı okuyan herkesin kalbi hiç
teklemeden atıyor, derisi kendisini sürekli yeniliyor, akciğerleri kanı
temizliyor, böbrekleri kanı süzüyor, hücrelerinde saniyede milyonlarca
protein yaşamının devam edebilmesi için sentezleniyor. Ve kişi, içinde
gerçekleşen bunlar gibi daha binlerce faaliyetten habersiz yaşıyor ve
belki de bunların bazılarının nasıl gerçekleştiğini dahi bilmiyor.
Sonra gökyüzüne bakıyoruz. Dünyayı çepeçevre saran hava kütlesinin
estetik görünmesinin yanısıra insanları ve tüm canlılığı dış
tehlikelerden koruduğunu öğreniyoruz. Eğer gezegenimizi saran bu
atmosfer olmasa, dünya üzerinde tek bir canlı dahi var olamayacaktı.
Bunların her birini tek tek düşünen insan elbette ki kendisinin ve içinde yaşadığı evrenin nasıl meydana geldiğini ve varlığını nasıl devam ettirdiğini sorgulayacaktır.
Bu aşamada vicdanınıza başvurarak karar vermelisiniz. Sayısız detay içeren, muhteşem sistemlerin tesadüflerle oluşması ve yine kendi kendine bu kadar kusursuzluk içinde işlemesi mümkün müdür?
Vicdanını kullanan her insan bu soruya cevap verebilir ve evrendeki herşeyin bir Yaratıcısı olduğunu ve bu Yaratıcının çok üstün bir akla, çok üstün bir güce sahip olduğunu ve herşeye güç yetirdiğini kavrayabilir. Allah’ın varlığının delilleri her yerde açıkça görülmektedir. Evrende ve canlılarda var olan bilinçli tasarımlar ancak yüksek bir bilincin ürünü olarak ortaya çıkabilir. Bu, son derece açık, yalın ve tartışmasız bir gerçektir. Sadece yaratılmışlar arasındaki kusursuz uyumu görmek bile vicdanın, bunların birbirlerinden bağımsız olarak tesadüflerle oluşamayacaklarını, hepsinin tek Yaratıcı olan Allah’ın eseri olduğunu görmesi için yeterli olacaktır.
Bunların her birini tek tek düşünen insan elbette ki kendisinin ve içinde yaşadığı evrenin nasıl meydana geldiğini ve varlığını nasıl devam ettirdiğini sorgulayacaktır.
Bu aşamada vicdanınıza başvurarak karar vermelisiniz. Sayısız detay içeren, muhteşem sistemlerin tesadüflerle oluşması ve yine kendi kendine bu kadar kusursuzluk içinde işlemesi mümkün müdür?
Vicdanını kullanan her insan bu soruya cevap verebilir ve evrendeki herşeyin bir Yaratıcısı olduğunu ve bu Yaratıcının çok üstün bir akla, çok üstün bir güce sahip olduğunu ve herşeye güç yetirdiğini kavrayabilir. Allah’ın varlığının delilleri her yerde açıkça görülmektedir. Evrende ve canlılarda var olan bilinçli tasarımlar ancak yüksek bir bilincin ürünü olarak ortaya çıkabilir. Bu, son derece açık, yalın ve tartışmasız bir gerçektir. Sadece yaratılmışlar arasındaki kusursuz uyumu görmek bile vicdanın, bunların birbirlerinden bağımsız olarak tesadüflerle oluşamayacaklarını, hepsinin tek Yaratıcı olan Allah’ın eseri olduğunu görmesi için yeterli olacaktır.
Ancak, vicdanını kullanmayan biri aynı anlayışa sahip olamaz. Çünkü bu
kavrayış akılla kazanılır ve akıl da ancak vicdana uyulduğunda ortaya
çıkan manevi bir özelliktir. Vicdana uygun olarak yapılan her tavır
aklın oluşmasını ve gelişmesini sağlar. Fakat burada “aklın tanımı”
dikkat edilmesi gereken önemli bir noktadır. Akıl, -daha önce de
belirttiğimiz gibi- günlük yaşamda kullanıldığı anlamından yani zekadan
farklı bir kavramdır. Bir insan ne kadar zeki olursa olsun, bilgisi,
kültürü ne kadar fazla olursa olsun, vicdanını kullanmıyorsa “akılsız”
olacaktır ve birçok gerçeği göremeyecek, gördüklerini de
kavrayamayacaktır.
ZEKA VE AKIL ARASINDAKİ BARİZ FARKLILIK
Zeka ile vicdanın kazandırdığı akıl arasındaki farkı şöyle bir örnekle belirginleştirebiliriz: Bir bilim adamı, hücre ile ilgili yıllarca çok derin ve detaylı araştırmalar yapabilir. Bu konuda dünyanın en bilgili kişisi de olabilir. Ancak eğer akıl ve vicdandan yoksunsa, bu kişi sadece hücre ile ilgili bilgilere sahip olacaktır, yani bu bilgileri sadece taşıyacaktır. Dolayısıyla bu bilgilerin doğrultusunda doğru bir çıkarım yapamayacaktır.
Zeka ile vicdanın kazandırdığı akıl arasındaki farkı şöyle bir örnekle belirginleştirebiliriz: Bir bilim adamı, hücre ile ilgili yıllarca çok derin ve detaylı araştırmalar yapabilir. Bu konuda dünyanın en bilgili kişisi de olabilir. Ancak eğer akıl ve vicdandan yoksunsa, bu kişi sadece hücre ile ilgili bilgilere sahip olacaktır, yani bu bilgileri sadece taşıyacaktır. Dolayısıyla bu bilgilerin doğrultusunda doğru bir çıkarım yapamayacaktır.
Oysa vicdan ve akıl sahibi bir insan, hücredeki mucizevi özellikleri,
detayındaki mükemmellikleri görerek, bu kadar karmaşık bir yapının ancak
ve ancak bir Yaratan’ı, üstün akıl sahibi bir tasarlayıcısı olması
gerektiğini anlar. İnsan vicdanıyla düşünmeye devam ederse şu sonuca
varacaktır: Hücreyi bu mükemmellikte yaratan güç, diğer tüm canlı ve
cansız varlıkların da Yaratıcı’sı olmalıdır.
Kuran’da bu yöntemle yani vicdanının sesini dinleyerek Allah’ı bulan Hz. İbrahim şöyle örnek verilmektedir:
Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki:
“Bu benim Rabbimdir.” Fakat (yıldız) kayboluverince: “Ben
kaybolup-gidenleri sevmem” demişti. Ardından Ay’ı, (etrafa aydınlık
saçarak) doğar görünce: “Bu benim Rabbim” demiş, fakat o da
kayboluverince: “Andolsun” demişti, “Eğer Rabbim beni doğru yola
erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum.” Sonra güneşi
(etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: “İşte bu benim Rabbim, bu en
büyük” demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: “Ey kavmim,
doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım. Gerçek şu ki,
ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben
müşriklerden değilim.” (Enam Suresi, 76-79)
Yukarıdaki ayetlerde Hz. İbrahim’in akıl yoluyla Allah’ı nasıl bulduğu
görülmektedir. İbrahim Peygamber vicdanıyla, çevresinde gördüğü herşeyin
ancak birer yaratılmış varlık olduklarını, Yaratanın ise onlardan çok
daha üstün bir varlık olduğunu anlamıştır. Vicdanına başvuran herkes,
kendisine anlatan biri bulunmasa dahi bu gerçeği görebilecektir.
Hırslarını, tutkularını karıştırmadan samimi olarak, sadece vicdanını
kullanarak düşünen herkes Allah’ın varlığını ve yüceliğini kavrayabilir.
VİCAN VE KURAN İNSANA HATAYININ GERÇEK AMACINI GÖSTERİR
Kuran’ı okurken vicdanın daima uyanık olması, her ayetin büyük bir
samimiyetle okunarak uygulamaya geçirilmesi ve yaşanması gerekir.
Kuran’ı okuyan kişi öncelikle yaratılış amacına da cevap bulacaktır. Bu
amaç Kuran’da şöyle bildirilir:
Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye
yarattım. Ben, onlardan bir rızık istemiyorum ve onların beni doyurup-
beslemelerini de istemiyorum. Hiç şüphesiz, rızık veren O, metin kuvvet
sahibi olan Allah’tır. (Zariyat Suresi, 56-58)
İnsanın dünya üzerinde geçireceği hayatın amacı ise, imtihan edilmesidir. Konuyla ilgili ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.” (Mülk Suresi, 62)
Şüphesiz Biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık;
onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye.
(Kehf Suresi, 7)
Bu ayetlerden haberdar olan kişi Allah’ın, hayatı, insanları denemek
için yarattığını anlar. Hemen, o güne kadarki hayatını ve çevresindeki
diğer insanların yaşadıkları hayatı gözünde canlandırır.
İnsanların çoğu dünya hayatına yönelik bir koşturma ve çabalama
içerisindedir; çok detaylı planları vardır, ama bu planların tamamı
dünya içindir; gideceği okul, sahip olacağı meslek, evliliği, çocuk
sahibi olması, nasıl bir evde oturacağı, hangi marka araba alacağı,
maaşına ne zaman ne kadar zam geleceği, yılbaşını nerede geçireceği,
emeklilik zamanı, gideceği tatil vs. herkesin aklında hep bu türde
planlar ve hedefler bulunmaktadır. Bunlar elbette ki son derece doğal
düşüncelerdir. Ancak önemli olan bunlarla birlikte dünyada bulunuşunun
gerçek amacını da düşünmektir. Vicdanlı insan bunlara şahit olduğunda,
Allah asıl amaçlarını bildirmişken pek çok insanın bunu görmezlikten
gelmesinin büyük bir gaflet olduğunu düşünür ve bundan sakınır.
HER AN VİCDANA UYARAK KUR’AN’I YAŞAMAK
Allah’ın ve ahiretin varlığının farkına varan insanın tek amacı Allah’ı hoşnut etmek ve sonsuz hayatını cennette yaşayabilmek olacaktır. Vicdanını ve aklını kullanan bir insan için bunun dışında bir hedef belirlemek imkansızdır. Bu noktada vicdanlı düşünen kişi, çok büyük bir yanılgıyı daha fark eder. İnsanların büyük kısmı dinin, hayatın küçük bir bölümünü kapsayan bir inanç olduğunu zannetmektedirler. Onlara göre din belirli günlerde hatırlanır, ibadetler dışında da dinle ilgili bir konu yoktur. Oysa Kuran’da insanın ibadetleri ile birlikte tüm hayatının da Allah için olacağı bildirilmektedir. Ayette şöyle buyrulur:
Allah’ın ve ahiretin varlığının farkına varan insanın tek amacı Allah’ı hoşnut etmek ve sonsuz hayatını cennette yaşayabilmek olacaktır. Vicdanını ve aklını kullanan bir insan için bunun dışında bir hedef belirlemek imkansızdır. Bu noktada vicdanlı düşünen kişi, çok büyük bir yanılgıyı daha fark eder. İnsanların büyük kısmı dinin, hayatın küçük bir bölümünü kapsayan bir inanç olduğunu zannetmektedirler. Onlara göre din belirli günlerde hatırlanır, ibadetler dışında da dinle ilgili bir konu yoktur. Oysa Kuran’da insanın ibadetleri ile birlikte tüm hayatının da Allah için olacağı bildirilmektedir. Ayette şöyle buyrulur:
De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” (Enam Suresi, 162)
Bunun anlamı şudur; bir insan her tavrında, her konuşmasında, her
kararında kısacası hayatının her anında Allah’ın kendisinden hoşnut olup
olmayacağını gözetmeli, eğer Allah’ın hoşnut olmayacağını düşünürse o
tavırdan tamamen vazgeçmelidir.
Aslında her kim vicdanına başvurursa hayatının tek amacının Allah için
yaşamak olduğunu anlayacaktır. Dünyada sürdürdüğü yaşamdan sorguya
çekilecek ve sonucunda sonsuz hayatını geçireceği mekan belirlenecek bir
insan için başka bir seçenek kesinlikle mümkün değildir. Dahası, nankör
olmayan, düşünen, gerçekleri idrak etme yeteneğine sahip her insan
elbette ki kendisini yoktan var eden, kendisine bir hiçken hayat veren
ve sonsuz cennette yaşama imkanı tanıyan Rabbimizi hoşnut kılmaktan daha
önemli birşey görmez.
“Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık ‘güvenliğe kavuşursanız’ namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü’minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır.” (Nisa Suresi, 103)
Bu ayeti okuyan kişiye vicdanı artık namazı kılmasını emredecektir.
Hatta şu anda bu yazıyı okuyanlara da namazın farz olduğu hatırlatılmış
oldu. Kişi bundan sonra vicdanının ve Kuran’ın emrettiğini uygulayabilir
veya türlü bahanelerle Kuran’ın hükümlerini uygulamaktan kaçabilir.
Ancak asla unutmamalıdır ki, namaz kılmamak için her ne bahane bulursa
bulsun, bu bahane ahirette geçerli olmayacaktır.
Elbette Kuran’da emredilen ve insanın yerine getirmesi gereken başka
ibadetler de vardır. Ayrıca günlük yaşam sırasında karşılaşılan ve
Kuran’dan çözüm bulunabilecek, doğrunun öğrenilebileceği olaylar da her
insanın karşısına çıkacaktır. İşte bu gibi durumlarda vicdan yol
gösterici olacak ve insanı Allah’ı hoşnut edecek tavırları aramaya
yöneltecektir.
Dini yaşamak isteyen insan vicdanını ve aklını kullanarak Kuran’ı
okumalı ve okuduklarını yine vicdanını kullanarak hemen uygulamaya
geçirmelidir.
AKIL VE VİCDAN
Önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, vicdanına uyan her insan kolaylıkla doğruyu ve yanlışı görerek akıl sahibi olabilir. Ancak kimi insanlar vicdanlarının sesini duydukları ve doğruyu söylediğini bildikleri halde onu bastırmaya çalışırlar. Bu gibi durumlarda vicdanlarını örten bu kimseler, bir süre sonra doğrunun ve yanlışın ne olduğunu ayırt edemeyecek hale gelirler. Allah’ın büyüklüğünü ve bunun karşılığında kendi acizliklerini düşünmez, Allah’ın verdiği özellikleri kendi kendilerine elde ettikleri bir üstünlük zanneder ve kendilerini büyük görmeye başlarlar.
Allah Kuran’da bu gibi kişilerin kendi hevalarını ilah edindiklerinden ve bu nedenle de kalplerinin mühürlendiğinden bahsetmiştir. Bu konuyla ilgili ayetlerden bir tanesi şöyledir:
Önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, vicdanına uyan her insan kolaylıkla doğruyu ve yanlışı görerek akıl sahibi olabilir. Ancak kimi insanlar vicdanlarının sesini duydukları ve doğruyu söylediğini bildikleri halde onu bastırmaya çalışırlar. Bu gibi durumlarda vicdanlarını örten bu kimseler, bir süre sonra doğrunun ve yanlışın ne olduğunu ayırt edemeyecek hale gelirler. Allah’ın büyüklüğünü ve bunun karşılığında kendi acizliklerini düşünmez, Allah’ın verdiği özellikleri kendi kendilerine elde ettikleri bir üstünlük zanneder ve kendilerini büyük görmeye başlarlar.
Allah Kuran’da bu gibi kişilerin kendi hevalarını ilah edindiklerinden ve bu nedenle de kalplerinin mühürlendiğinden bahsetmiştir. Bu konuyla ilgili ayetlerden bir tanesi şöyledir:
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere
kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne
bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim
hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye
Suresi, 23)
Ayette de belirtildiği gibi kendisini ilahlaştırarak büyüklenen kişi
artık gördüklerini ve duyduklarını kavrayamaz. Bunun sonucu olarak da
akıl gibi büyük bir nimetten de yoksun kalmış olur.
Ancak şu da önemlidir; bu kişiler, içerisinde bulundukları durumun
farkında değildirler. Zekanın kendilerini insanlar arasında en üstün
konuma getirdiğini zanneder ve gururlanırlar. Akıllı bir insan ise bu
kimselerin, akıldan tamamen yoksun olduklarını çok açık bir biçimde
görebilir. Ve bu insanların, kendi zannettiklerinin aksine, aslında ne
kadar aciz bir durumda olduklarını anlayabilir. Nitekim Allah Kuran’da
“akledemeyen” insanların içinde bulundukları aciz durumu şöyle bir
örnekle açıklamıştır:
İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan
başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen
ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar,
dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara
Suresi, 17)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder